Ortaokul ve Lise öğrencileri olarak 5 Mayıs Cuma günü Kapadokya’yı keşfetmek için yola çıktık. On iki saatlik yolculuğumuzun ardından kendimizi her penceresi eşsiz bir diyara açılan Kapadokya’da bulduk. ‘Salkım Tepesi’ tabelası Uç Hisar’a girmeden karşıladı bizi. Göreme Panorama Manzara İzleme Noktası bu tepede bulunuyor. Güvercinlik Vadisi’nden tutun, Uçhisar Kalesi’ne bile tepeden bakabiliyorsunuz. Kapadokya kartpostallarında ve broşürlerinde gördüğünüz, nerdeyse peribacaları kadar meşhur olan nazar boncuklarıyla ve çömleklerle süslü ağaçlar da bu tepede yer almaktadır.
“ Uç Hisar kalesine” giden öğrencilerimiz eşsiz manzara karşısında adeta büyülendiler. Bin yıldan fazla süre boyunca hatta 1950'li yıllara kadar insanlar kale içine oyulmuş odalarda yaşamış. Bölgeye çok hakim bir noktada bulunduğu için stratejik açıdan önemi büyük. Kalenin tünellerle bölgenin değişik noktalarına bağlandığı da söylenir ama bu tünellerle ilgili henüz herhangi bir ize rastlanmamış. Bölgedeki birçok vadinin yanısıra  Peribacaları'nın oluşmasında büyük öneme sahip Hasan ve Erciyes dağlarının heybetli manzarasının izlenebildiği bir yer olan Uç Hisar kalesi ikinci durağımızdı. Bu güzel manzara eşliğinde acıkan öğrencilerimiz Kapadokya bölgesinin en meşhur yemeği olan yöresel bir lezzet “ testi kebabının” tadına baktılar. Yemeklerin de yenilmesinin ardından “onyx” ile meşhur olan Onxk Taş Atölyesi’ni de görmeden olmazdı. Çok değerli madenlere sahip olan Avanosta’n çıkartılan bu değerli taşların işlenmesi sonucu meydana gelmiş olan taşlar tasarımlarla da birleştirilerek muhteşem eserlere dönüştürülmüştür. Sergilenmekte ve pazarlanmakta olan taş atölyesini hayran gözlerle izledikten sonra kısa bir alışveriş süresi de elbette tanındı. Buradaki sürenin bitmesinin ardından hemen Atölye’nin karşısında bulunan Güvercinlik Vadisi’ne geçildi. Bir sürü güvercinin toplandığı tepede hem onları besleme hem de tepenin aşağısına doğru uzanan doğal güzellikler olarak adlandırılan Peri Bacalarını izleme keyfi tabii ki paha biçilemezdi.
Burada geçirilen zamanın ardından ise kendimizi bir “Çömlek Atölyesinde” bulduk. Kapadokya denilince akla gelenlerden birisi olarak Çömlek Atölyesi mutlaka görülmesi gereken bir yerdi. Bir ustanın Çömleği nasıl şekillendirildiği izlendikten sonra içimizden birinin de bunu deneyimlemesine fırsat tabii ki tanındı. Hayranlıkla izlenen çömlek ustasının yaptıklarından sevdiklerimize de armağan etmemiz gerekiyordu. Kısa bir alışveriş turu burada da mevcuttu.
Daha sonraki durağımız olan Yeraltındaki gizli dünyaya indik. “Kaymaklı'nın” tarihi M.Ö. 3000 yılına kadar gidiyor. Hititler Dönemi'nde yapılmış bu şehir sekiz katlı. Roma ve Bizans dönemlerinde diğer alanların da oyulmasıyla genişletilerek yeraltı şehrine dönüştürülen Kaymaklı, tüf kayalara oyulmuş. Bir topluluğun geçici olarak yaşayabilmesi için gerekli barınma şartlarına uygun olan alanda, dar koridorlarla birbirlerine bağlanan oda ve salonlar, şarap depoları, su mahzenleri, mutfak ve erzak depoları, havalandırma bacaları, su kuyuları, kilise ve dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehlikeyi önlemek için kapıyı içten kapatan büyük sürgü taşları yer alıyordu. Günümüzde Kaymaklı Yeraltı Şehri, ziyaretçilerini dört katı ışıklandırılmış olarak ağırlıyor. Bizler de bu durağımızda bu dört katı görme fırsatı elde etmiş olduk.
İlk günümüz için gezilecek noktalar bitirildikten sonra akşam yemeği yemek ve ertesi gün için dinlenmek üzere konaklama yapacağımız Grand Altuntaş Otel’e geçiş yapıldı. Ertesi sabah erkenden kalkılarak kahvaltı yapıldı, otelden çıkış yapıldı ve Kapadokya’dan ayrılmadan önceki duraklarımızdan biri olan Selime Manastırı için yola çıkıldı.

“Selime katedrali ve manastırına” çıkışta yüksek bir koridor karşımıza çıkar ki bu develerin çıkarıldığı kervan yolunun bir kısmıdır. Selime'de kurulan pazar nedeniyle, kervanlar Selime'ye gelmekte ve kervanların güvenliği için develer katedralin orta kesimine kadar çıkartılıyordu.
Bu kısmın üstüne de dinlenmek ve ibadet etmek isteyenler için Selime Katedrali ve Manastırı inşa edilmiştir. Kayaların oyulmasıyla yapılan ve çoğu kilise olarak inşa edilmiş yapılar Bizans sanatının izlerini taşır. Ayrıca katedralin üst kısmının kale olarak inşa edilmesi dikkat çekmektedir. Selime Kale Manastırının en önemli özelliklerinden biri de bölgedeki din adamlarının yetiştirildiği mekan olmasıdır. Bölgeyle ilgili toplantılar ve askeri üst burada bulunmaktadır. Yine ilk yüksek sesli ayin de Selime Katedralinde yapılmıştır. Kapadokya’nın en büyük manastırı olan Selime’de de biriktirilen güzel anılardan sonra Ihlara Vadisi’ne gidilmek üzere yeniden yola çıkıldı.

İç Anadolu bölgesinde tarihi ve tabii güzelliği ile meşhur bir vadi olan Ihlara Vadisi oldukça büyüleyici bir şekilde karşımızdaydı. “Ihlara Vadisine” dar bir boğazla girilir. Ihlara köyüne kadar içinden 26 menderes çizerek Melendiz Çayının aktığı vadi, dar tabanlı çok dik yamaçlı ve derindir. Bu dik yamaçların Melendiz Çayına bakan kısmında çeşitli manastır, kilise ve mağaralar oyulmuştur. Tüm vadiyi yürüyerek geçerek tüm güzellikleri görme fırsatı elde edilmiş olundu. Oldukça yorucu ve muhteşem güzelliklere sahip olan bu noktada yeşile ve temiz havaya doyuldu.
Artık bu şehirden ayrılma vakti gelmişti. Yolda bir durağımız daha mevcuttu. Yol üstünde bulunan çeşitli hastalıklara çeşitli faydaları bulunan”Tuz Gölüne” uğramamak olmazdı. Son durağımız da orası oldu. Tuz gölüne girildi etrafında bulunan dükkanlardan çeşitli hediyelikler alındı ve artık Çerkezköy’e ulaşmak üzere araca yerleşildi.
2 gün boyunca doğal güzelliklerle ve tarihle iç içe geçen sürenin ardından hepimiz oldukça yorgun düşmüştük ama hepsine değerdi. Gezimize katılarak bizlere eşlik eden velilerimize, öğrencilerimize ve öğretmenlerimize teşekkür ederiz…